Geçen gün TikTok’ta o kadar çok vakit geçirdim ki buraya yazmaya utanıyorum. Bu süre boyunca Nicola Bulley’nin ölümüne dair dengesiz komplo teorilerine, Selena Gomez ve Hailey Bieber olayları hakkında detaylı incelemelere ve – bir sebepten – yol kenarından kurtarılmış yaklaşık bin kadar hasta, pireli köpeğin videosuna denk geldim. Enerjimin düştüğünü ve biraz da midemin bulandığını hissettim. Dışarıda hava kararıyordu. Dünya ben fark etmeden dönmeye devam etmiş, temiz hava almadığım koca bir gün ben fark etmeden geçip gitmişti. “Bu nasıl olabilir?” diye düşündüm yuvasında kurumuş ve ağırlaşmış gözlerimi hissederek.
Bu haftanın başında TikTok, 18 yaş altı kullanıcıları için günlük ekran süresi sınırı uygulayacağını duyurduğunda şöyle düşündüm: Bu iyi bir şey herhalde? “Gelecek haftalarda, 18 yaş altı kullanıcılara ait tüm hesaplar günlük 60 dakikalık bir ekran süresiyle kısıtlanacak,” diyordu duyuru. Bu süre dolduğunda kullanıcıların “izlemeye devam edebilmesi için bir parola girmesi gerekecek.” Tabii birçok genç parolayı geçip #corecore ve slime videolarını izlemeye devam edecek ama en azından ekranı kaydırmaya biraz ara vermiş olacaklar. Buna engel olan her şey yeğdir. “Araştırmalara göre zamanımızı nasıl geçirdiğimizin daha fazla bilincinde olursak aldığımız kararlar konusunda da daha kasıtlı davranabiliriz” diyor TikTok. Başka bir deyişle, ekranı bilinçli kaydırmak, bilinçsiz kaydırmaktan daha iyi zira bu şekilde mola vermeye daha meyilli oluyorsunuz.
“Telefonlar çok fena!” demek biraz indirgeyici olabilir. TikTok’u kullanmak çok eğlenceli. Üstelik diğer bazı platformların aksine (örneğin Instagram veya Facebook) TikTok’un enerjisi çoğunlukla “bak senin dandik hayatına kıyasla benim hayatım ne kadar güzel”den ziyade gülüp eğlenme yönünde. Bununla birlikte, platformun ruh sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkilerine dair pek az bilgiye sahibiz. Bunun ideal bir durum olmadığını biliyoruz. Kâr amacı gütmeyen bir kurumun yayımladığı bir çalışmaya göre TikTok’ta hesap açtıktan sonra intiharla alakalı bir içeriğe denk gelmeniz üç dakikadan az sürerken yeme bozukluğuyla ilgili bir içerik görmeniz beş dakika daha alıyor. Ek olarak, Amerikalı gençlerin yüzde 16’sı söz konusu uygulamayı “neredeyse her an” kullandığını söylüyor. Beyninizin hâlâ gelişmekte olduğu bir dönemde bununla bu kadar vakit harcamak biraz çok sanki?
Daha gayriresmî bir noktadan bakacak olursak, TikTok’un pek de ideal olmayan biçimlerde zamanımızı çalma becerisine sahip olduğu açık. Eskiden banyo yaparken gözlerimi kapatıp podcast dinlemeyi, sıcak bir günde mezarlıktaki çimlerin üzerinde uzanırken kitap okumayı ya da dereotu kıyıp yoğurtla karıştırdıktan sonra tam doğru miktarda limon suyu eklemeyi çok severdim. Tüm bunları yapmayı hâlâ çok seviyorum. Ama artık sıklıkla telefonumu “kısa bir süreliğine” elime almamla bölünüyor; TikTok’ta gezinerek küçük dopamin lokmaları alıp yaptığım şeyi unutuyor ve bulunduğum anla zihnen tekrar hizalanmak zorunda kalıyorum. Facebook’ta siyasi karikatür paylaşıp “Uyanın koyunlar” diyen bir boomer gibi algılanmak istemesem de bu, kulağa biraz depresif geliyor. Ya da ağır derecede depresif. Sanki elimize, bizi hayattan koparabilecek bir buton verilmiş gibi.
Yeni süre sınırı henüz yalnızca 18 yaş altı kullanıcılar için geçerli olsa da (zira beyinleri henüz gelişmekte ve etkilenebilir olan gençleri korumak daha önemli) TikTok “yakın gelecekte herkesin her gün için kendi ekran süresini belirleyebileceğini ve bildirimleri sessize almak için alarm kurabileceğini” de duyurdu. Ekran süresini kısıtlamanın devrimsel bir adım olduğunu düşünecek kadar saf olmasam da ve bugüne kadar kullandığım hiçbir takip sistemi bende umursamaz bir “hımm”dan fazlasını uyandırmış olmasa da, internette fazla vakit geçirmenin her zaman iyi olmayabileceğinin, bunu dengeleyecek her türlü adımın hoş karşılanması gerektiğinin farkında olmak da önemli. Olan biteni boş gözlerle kabullenmek dışında her şey yüceltilmeli.
Tabii sıklıkla, sürekli çevrimiçi olmaktan uzaklaşmak, bir uygulamanın hafif bir müdahalesinden çok daha etkin adımlar gerektiriyor. Bir arkadaşım, Instagram’ın kendisini kötü ve fazla erişilebilir hissettirdiğini fark ettikten sonra, 2019’da akıllı telefon kullanmayı bıraktı. O günden bu yana basit bir Nokia telefon kullanıyor; hayatında maddi olarak değişen tek şey, benim gibi mekanik olarak aşağı kaydırmıyor oluşu ve gece dışarı çıktığında Uber çağıramaması. Bir başka arkadaşımsa sosyal medya uygulamarına yalnızca dizüstü bilgisayarında bakıyor çünkü bunların telefonunuzda olmasına ne gerek var? Sürekli gözünün kenarına ilişen bildirimler tarafından rahatsız edilmeksizin, insanlarla iletişimde kalabiliyor. Gündelik hayatı sekteye uğramıyor. Huzurlu olmalı.
TikTok günümüzde kaçınılmaz bir güç olabilir fakat ben de – gerçekten gerektiğinde – kültürün değiştiği konusunda nispeten iyimserim. Genç insanların Instagram gibi “sahte” uygulamalardan uzaklaşıp BeReal gibi daha “otantik” platformlara yöneldiğini halihazırda görüyoruz. Z jenerasyonunun beğeni temelli içerikten etkilenme oranı giderek düşüyor; en yeni verilere baktığımızda, 2019’dan bu yana (TikTok hariç) sosyal medya kullanımında düşüşün görüldüğü tek yaş grubunun 18-25 olduğunu gösteriyor.
İnsanlar belirli platformlara fazla bağlandıklarını veya buralarda kaygılı hissettiğini fark etmeye devam ettiği sürece, uzun vadede bu platformları kullanmayacaklarına dair bir umut var. Belki de ben hayal görüyorum. Ne de olsa TikTok etkin biçimde bağımlılık yapıyor; uyuşturucu gibi bir şey.
Belki sizi “Sizin İçin” sayfamda görürüm.
TEKNOLOJI
SOSYAL MEDYA