“Sürdürülebilirlik” çağımızın en yanlış anlaşılan kelimesi olabilir. Google aramaları da bunu destekliyor, zira 2022’de “sürdürülebilirlik nedir?” sorusu en çok google’lanan ekolojik kavramlardan biri olmuş. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, tanımlar genelde “geri dönüşüm”, “organik” gibi ifadeler üzerinden yapılıyor ve yeterli bir anlayış henüz yerleşmemiş.
Aslında, akademik çerçeveden bakacak olursak, sürdürülebilirlik temelde üç ana odak (çevresel, sosyal ve ekonomik) üzerinden ilerleme disiplinidir. Benim kişisel tanımım ise, bütünsel bir “yeniden öğrenme” ve “iyileşme” yolculuğu olduğu.
“Yeniden öğrenme” çünkü; hızlı tüketim, performans ve hız çağına adapte olmuş eğitim ve iş sisteminin dışına çıkabilmek için önce un-learn (bildiklerimizi unutma) ve ardından yeniden öğrenme süreci gerekiyor; bu, yeni sistemlere ve düşünce yapılarına açılmayı sağlıyor.
“İyileşme” çünkü; bu öğreti bize hem bireysel hem de profesyonel yaşamlarımızda duyarlı, saygılı ve sorumlu seçimler yapmayı işaret ediyor. Bu yaklaşımla sürdürülebilirlik, kariyer gelişimi ile kişisel gelişimin kesişim kümesi desek yanlış olmaz.
Sürdürülebilirlik, kurumsal stratejiler ve hedeflerden önce, bir bakış açısı ve yaşam şekli olarak yerleşmesi gereken bir kavram. Sistematik ve bilimsel olduğu kadar, kültürel ve antropolojik incelemeleri de ele alıyor. Bu şekilde, insan odaklı mercekten baktığımızda, sürdürülebilirliğin wellbeing yani esenlik kavramıyla ilişkisini fark edebiliriz.
Bu kavramı iş dünyasına taşıyan Wellbeing Economy Allience, ekonomik ilerlemeyi, insana ve gezegene hizmet etme kriteri üzerinden yeniden tanımlıyor. Buna paralel olarak, “büyüme” tanımının da dönüştüğünü görüyoruz: Good growth, yani iyi büyüme kavramı; etik, insana ve çevreye duyarlı bir büyüme modelini ortaya koyuyor. Sürdürülebilirlik otoritesi sayılan yazar John Elkington’un ortaya koyduğu “iyileştirici kapitalizm”, ticari faaliyetlerin gezegende yarattığı ekolojik hasarı onarmak için markaların yapıcı çözümler kullandığı ekonomik bir yaklaşımı işaret ediyor. Tüm bu yeni modeller, sürdürülebilirliğin ulaşması gereken seviyeyi sağlayacak olan sistematik değişim araçlarını sunuyor.
Bireysel düzlemde ise; amaç odaklı kariyer ve yaşam akımları alışılagelmiş tüm sistemleri sallıyor. Başarı unsuru olarak rekabeti ve performansı esas alan iş dünyası, hem çalışanlar hem de tüketici kitlesi yönüyle, yeni modellere adapte olmak zorunda kalıyor. Çoklu kriz çağı, yani ekonomik, politik ve ekolojik endişeler, yaşam önceliklerini yeniden tanımlarken, bazı yeni düşünce biçimlerini de beraberinde getiriyor.
Bu noktada en büyük değişime uğrayan kavramlardan biri başarı tanımlarımız.
Başarı tanımının aklımıza getirdiği metafor, yukarıya doğru tırmanılan bir merdiven olsa gerek… Benim başarıya dair yeni tanımım ise, bir hiking rotası! Doğanın içinde yürüdükçe beliren patikalar, zorlu tırmanışlar, aniden beliren manzaralar, inişler ve çıkışlar… Bu yeni başarı metaforu keşfime geçen ay yaptığım Likya yürüyüşü ilham oldu. Belirsizliğin içinde, doğayla uyumlu, “kendin” olarak ilerlemek; kapasiteni ve yaratıcılığını kullanarak sonunda manzaraya ulaşmak; en değerli başarı olsa gerek.
Bu yeni tanımların ve sistemlerin ticaretle buluştuğu yerde, duyarlı tüketim yer alıyor. Sayıları giderek artan “duyarlı tüketiciler”, sürdürülebilirlik yaklaşımını sadece ürün etiketleri ve iletişimiyle değil, markanın ana değerleriyle uyumuyla da ölçüyor; markalardan dürüstlük ve vicdan bekliyor. Bu kitle, çevresel hedeflerin yanı sıra çeşitlilik, kapsayıcılık, cinsiyet eşitliği, yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi birçok sosyal gelişim alanını da önemsiyor.
Duyarlı tüketim, aynı zamanda bazı genel akımları da dönüştürüyor; hız ve daha fazlası üzerine kurulu “kolaylık ekonomisi”nin görünmeyen maliyetleri fark ediliyor. Bu farkındalıklar, kitlesel boyutta ve tüketim alışkanlıkları yönüyle dönüşüm yaratırken, bireylerin yaşamlarına da direkt etki ediyor.
Gallup’un yaptığı 2022 Küresel Duygular Raporu’na göre insanların yüzde 41’i yüksek düzeyde stres yaşıyor ve bununla baş etme yolları arıyor. Bu rekor artış endişe verici olsa da, mutluluk ve bireysel tatmin arayışının, başarı ve sürekli ilerleme kavramlarının önüne geçmesine vesile oluyor.
Çalışanlar ise iş ortamında empati ve zihin bakımı gibi yeni kavramların arayışında. Mutluluk ve nezaket, başarı performansları olarak çalışma kültürüne yerleşiyor.
Meşhur KPI (key performance indicators) tanımı da insan odaklı bir şekle; “keep people inspired”a (“insanlara ilham ver”) bürünüyor.
Generation Flex olarak adlandırılan, bağımsız ve esnek çalışma modelini tercih eden kitle giderek büyüyor ve iş/yaşam dengesinin yeni tanımlarını belirliyor.
Global Workspace Survey gösteriyor ki, esnek kriterlere uymadığı için kariyerini değiştirenlerin oranı 2022’de yüzde 83’e ulaşmış.
Yeni sistemlere liderlik eden Z kuşağı, kariyerin başarı odaklılıktan amaç ve fayda odaklılığa evrilmesini sağlıyor. LinkedIn’in Global Green Skills raporuna göre, sürdürülebilirlik alanında kariyere yönelim oranı 2015’te yüzde 9,6 iken, 2022’de yüzde 13,3’e yükseldi. Özellikle yeni nesil yaratıcı endüstri çalışanları, tasarımı yeniden tanımlayarak, vizyoner problem çözücülere dönüşüyor ve şu soruyu ortaya koyuyor: “İnsani wellbeing ve gezegenin sürdürülebilirliği için faydalı ne yapabilirim?”
Benim de bu soruyla kariyerime yeni bir yön vererek etki girişimcisi olmayı seçeli yedi sene oldu. Sürdürülebilirlik birçok farklı evreden geçti; artık insan odaklı yaşam, çalışma ve tüketim modelleri üzerinden kalıcı yapılar kuruluyor. Ve gerçek dönüşüm esas şimdi hayata geçiyor; insan ve değer odaklı bir iyileşme hareketi başlıyor.