Temmuz ve Ağustos ayları şimdiye kadar yapılmış en iyi yaz filmlerini yakalamak için mükemmel bir zaman. İşte bizim favorilerimiz…
The Talented Mr. Ripley (1999)
Tom Ripley’nin başarılı oyunculuğu bir yana, Patricia Highsmith’in 1950’lerde geçen romanının Hollywood uyarlaması, genetik olarak kutsanmış, olağanüstü derecede zengin 20’li yaşlarında Sicilya sahilinde güneşlenen, sardunya dolu avlularda akşam yemeği partileri düzenleyen ve cam gibi mavi Akdeniz’e yelken açılan sahnelerle dolu. Aynı zamanda tatil tarzına yakışır ustalık sınıfı bir film…
Mektoub My Love (2017)
Üç saat uzunluğundaki Mektoub My Love, sonsuz bir yazın sinematik eşdeğeridir. Filmin merkezinde, kuzeni Tony ile ilişki yaşayan ve Akdeniz’in Sète limanındaki evine dönen sessiz bir tıp öğrencisi Amin (Shaïn Boumedine) yer alıyor. Abdellatif Kechiche tarafından yönetilen film, Blue Is the Warmest Colour ile aynı hipnotik güce sahip. Voyeuristik sinematografiye ve 1990’ların hedonist kültürüne pek çok geri dönüşler içeriyor.
Roman Holiday (1953)
Klasik filmler listesine Audrey Hepburn’ü dahil etmemek olmazdı. Roma ve çevresinde çekilen bu romantik filmde Hepburn, İtalyan başkentine resmi bir ziyaret sırasında la dolce vita’yı kendi şartlarında deneyimlemek için kaçan Prenses Ann’i canlandırıyor. Karşılama rehberi mi? Amerikan haber muhabiri Joe, Gregory Peck tarafından en çekici haliyle canlandırılıyor. İtalya’da bir Vespa ile hızla dolaşan turist klişesinin nereden geldiğini merak ediyorsanız, işte bu film cevabını bulacaksınız.
Out of Africa (1985)
20. yüzyılın başlarında Doğu Afrika’da geçen Sydney Pollack’in, Isak Dinesen’in çok satan biyografi kitabından uyarladığı filmin neredeyse her karesi nefes kesici. Meryl Streep, başrolde kıskanılacak cinsten keten takımlar ve kuşaklı safari ceketleri giyerek Danimarkalı aksanıyla kendini rolüne kaptırırken Robert Redford amatör bir pilot olarak karşımıza çıkıyor. Büyük Rift Vadisi’nin içindeki ve çevresindeki nefes kesen manzaralar filmin dramatik havasını desteklerken başrollerin romantik kimyalarından daha çok dikkat çekiyor diyebiliriz.
Y Tu Mamá También (2001)
Alfonso Cuarón, başarılı Roma filminden önce, bir reşit olma hikayesinin konu alındığı Y Tu Mamá También ile doğduğu yer Meksika’ya saygılarını sunuyor. Ülkedeki sağcı popülizmin yükselişi sırasında çekilen film, Boca del Cielo veya Mouth of Heaven olarak bilinen hayali plajı arayan Julio ve Tenoch adlı bir çift gencin Tenoch’un kuzeni Luisa’nın karısıyla Meksika kırsalında doğaçlama bir yolculuğa çıkmalarını konu alıyor. Her iki oğlanın da ona aşık olduğunu düşünürsek hayal edebileceğiniz en karmaşık yaz aşkına hazır olun.
Call Me By Your Name (2017)
Hiç kimse bir tatil filmini Luca Guadagnino gibi etkileyici yapamaz. Tilda Swinton, Ralph Fiennes ve Dakota Johnson’ın oynadığı ve adını bir David Hockney tablosundan alan La Piscine‘i 2015’te yeniden uyarlamasını düşünün. Romantik bir İtalyan arka planı için, İsviçre sınırına yakın kuzey Lombardiya’da çekilen Call Me By YourName (2017) filmini izleyin. Sahnelerin çoğunun geçtiği Moscazzano’daki 16. yüzyıldan kalma Villa Albergoni filmdeki en dikkat çeken ev olabilir.
Dirty Dancing (1987)
Dirty Dancing, aşırı ve abartılmış dans hareketlerine kadar 1980’ler sinemasının bir şaheseridir. Bir yaz boyunca çekimleri süren Catskills’deki üst düzey bir tatil köyünde geçen filmde Jennifer Gray, streç bir dans elbisesi giyen Patrick Swayze namı diğer dans eğitmeni Johnny Castle ile tanıştığında tatili ters giden bir genç olan Frances “Baby” Houseman rolünde oynuyordu.
Before Sunrise (1995)
Richard Linklater’ın yönetmenliğini gerçekleştirdiği Dazed and Confused’deEthan Hawke, yaz için Avrupa’yı dolaşırken sırt çantasıyla seyahat eden Amerikalı bir turisti canlandırıyor. Öte yandan Julie Delpy büyükannesini ziyaret ettikten sonra Paris’e dönen Céline olarak dikkat çekiyor. Viyana’da trenden aniden inen ikili, birlikte hayatlarını değiştirecek bir 24 saat geçirir ve tüm tatil aşklarını pekiştirirler. Filmin etkisinden çıkamayacak hatta Avusturya’ya bir gezi planlamaya başlayacaksınız.
Almost Famous (2000)
Cameron Crowe’un yarı otobiyografik filmi rock ‘n’ roll’un altın çağına bir övgü niteliğinde. Yükselişte olan rock grubunun umursamaz ve bencil ruhlu solisti Stillwater (Billy Crudup), rüya gibi esrarengiz grup arkadaşı Penny Lane (Kate Hudson) ve büyük gözlü genç bir muhabiri canlandıran Rolling Stone’un (Patrick Fugit) arasındaki dokunaklı aşk üçgenini ele alıyor. “Oğlum rock yıldızları tarafından kaçırıldı!” diyen Frances McDormand’ı endişeli bir anne rolünde izlemeye değer.
Somewhere (2010)
Chateau Marmont, Sofia Coppola’nın 11 yaşındaki kızı Cleo (Elle Fanning) otel süitinde göründüğünde hedonistik yaşam tarzından taviz veren ünlü bir Hollywood aktörü (Stephen Dorff) hakkındaki 2010 drama filmi hiç bu kadar iyi görünmemişti. İkilinin bir Ferrari ile Los Angeles’ta dolaştığı, bir basın turu sırasında Milano’daki gösterişli bir süitte çılgınlar gibi eğlendiği ve havuz başındayken ortak bir Guitar Hero aşkıyla bağ kurdukları sahneler öne çıkıyor. Öte yandan Coppola’nın küçük bir kızken İtalya seyahati sırasında kendisine aldığı Prada elbisesiyle Fanning’e dikkat edin.
La Piscine (1969)
Bir yaz filmi için Côte d’Azur’da yaşanan entrikalardan daha iyisi yoktur. Özellikle de bu filmde Romy Schneider’ı iç gösteren ipek bluzlar içinde görmek ve Jane Birkin’in tamamı André Courrèges tarafından tasarlanmış şık kareli iki parça takımıyla boy gösterdiği düşünülürse… La Piscine‘deki dramatik gerilim doruktayken bile filmin havası şaşırtıcı bir şekilde göz alıcı.
Some Like It Hot (1959)
Billy Wilder’ın komedi filminde saksafoncu Joe (Tony Curtis) ve kontrbasçı Jerry (Jack Lemmon), Chicago çetesinden saklanmak için Miami’ye yaptıkları bir gezide tamamı kadınlardan oluşan bir grup olan Sweet Sue and Her Society Syncopators’a katılarak bir dizi maceraya sürüklenirler. Grubun ukulele çalan üyesi ve kumsalda kendine daha yaşlı bir Florida milyoneri bulmaya kararlı olan Marilyn Monroe’ya yasaklar hiç bu kadar yakışmamıştı.
Easy Rider (1969)
Dennis Hopper’ın Easy Rider‘ı, 1960’ların sonundaki Amerikan karşıtı kültürünün somut örneğiydi. Peter Fonda ve Hooper başıboş motosikletçiler Wyatt ve Billy olarak Mardi Gras için Harley-Davidson’larıyla New Orleans’a gitmeye karar veriyorlar. Jack Nicholson’ın avukat George olarak ilk büyük rolünü oynarken Transatlantik yolculuklarında onlara katılmak mı? Tek başına Teksas aksanını dinlemek bile izlemeye değer.