Goodvertising kavramını sektöre kazandıran, bu sebeple de ismi Mr. Goodvertising olarak anılan Thomas Kolster için kırılma noktası 2009’daki COP15 İklim Zirvesi olur.
Seçilmiş devlet liderlerinin iklim sorunlarıyla ilgili çözüm üretme konusunda pek de motive olmadıklarını görmesinin ardından Thomas; kendi yeteneklerini dünyanın gidişatına katkı sağlayacak bir amaç uğruna kullanmaya karar verir.
Bugün her şirketin misyonunda yer verilen “sürdürülebilirlik”, “brand health” gibi kavramlar için gidilecek yolu gösteren ve pazarlama dünyasına bir armağan niteliğinde olan ilk kitabı Goodvertising’i yayınlaması, 2012’de bu sorgulamalar sonrasına denk geliyor.
Kendisinin “a force for good” olarak tanımladığı; markaların iyilik için bir itici güç olması gerektiği düşüncesi de böylelikle ortaya çıktı. Good (iyi) ve advertising (reklamcılık) kavramlarını birleştiren bu terim özünde tüm markaların kendilerine amaç olarak belirledikleri değerlerin ötesine geçerek kullanıcının hayatlarında bir fark yaratan, onları olduklarından daha “iyi” biri yapmaya yardımcı olan markaları ve bunu anlatan iletişim dilini adresliyor.
er yeni düşüncede olduğu gibi -markaların üretim faaliyetlerini ve bütçe kalemlerini doğrudan etkileyecek bir konu olması sebebiyle- goodvertising’in markaların ajandasına girmesi oldukça uzun sürdü. Girdikten sonra da anlamının biraz dışına çıkan “-mış gibi” söylemlerle biraz bulutlandı.
The Drum’da yayınladığı bir makalesinde Kolster, bazı markaların bu kavramı yanlış anladığını; bir “kahramanlık tuzağına” kapıldıklarını; bu sebeple de yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Kolster’ın da bahsettiği tuzak; markaların kendilerini bir “süper kahraman” sanması ve bu yolda ilerlerken tüketicilerin hayatlarını kolaylaştırmalarının, asıl onların “satın alınma” sebepleri olduğunu unutmaları.
“Kahramanlık tuzağı”na düşmeden, pazarlama kampanyalarında “her şey geçecek” demenin bir adım ötesine vurgu yaparak fayda sunanlar kalpleri kazanıyor. Gönlümüzü ısıtan global ve yerli örneklerden bazılarına, çoğalmalarını dileyerek birlikte bakalım.
OGUE
Sabah kahvenizi içerek evsizliğe çözüm olabilir misiniz? Marketing Week’in 100 ezber bozan marka sıralamasına girmeyi başaran Change Please derneği İngiltere’de sayısı gün geçtikçe artan evsizleri sisteme geri kazandırma amacıyla kuruldu. Barista eğitimi verilen evsizler, Change Please kahve tesislerinde çalışarak günde iki bin kahve servisi yapıyor. Eğitim sonrasında da farklı kahve zincirlerinde iş sahibi olmaları hedeflenerek onlara ikinci bir hayat fırsatı veriliyor.
Markalar, tedarik zincirlerinde geri dönüştürülebilir ürünler kullanma reflekslerini son yıllarda iyice geliştirdi. Ancak bir çelişki duvarını aşmakta zorlanıyorlar: Oluşan kirliliğe, hizmet alanların sebep olmasını… Bu noktada Burger King Avusturya, “Normal mi etli mi?” sorusunu sorarak tabiri caizse bu çelişki duvarına bir merdiven dayadı. Kampanya kapsamında sipariş alan kasiyerin “Burgerinizi normal mi, etli mi alırsınız?” sorusuyla toplumsal bir tartışma canlandırılmış oldu. Kampanya boyunca bu soru karşısında pek çok müşteri tercihini bitki temelli burgerden yana kullandı. Türkiye’de de Burger King, menüsündeki Plant-Based Whopper ile müşterilerine et tüketimini azaltmanın yolunu sunuyor.
Canon, manevi değerleri paha biçilemez anıları, bir felaket sonrasında sahiplerine teslim etmesiyle bugünlerde en çok empati yaptığımız goodvertising örneklerinden biri. Belçika’da 2021 yılında gerçekleşen sel felaketi evleri, arabaları, yaşam alanlarını tahrip ettiğinde Canon, ReStory kampanyasıyla sudan zarar gören hatıraları kurtarmak üzere bir operasyon başlattı. Islanmış fotoğrafları sahiplerinden alıp ücretsiz olarak yenileyerek, zor durumda onların ruhuna dokunacak bir adım attı.
Ülke sınırları içerisindeki ilham veren işler de gün geçtikçe artıyor. Grundig, gıdaya saygı felsefesini israfı önleme farkındalığını artırma misyonuyla bir adım ileri taşıdı. Geçtiğimiz senelerde topraktan alınan değerin altını çizmek amacıyla Mehmet Gürs ile başlattıkları Ruhun Doysun projesine bir tuğla da geçtiğimiz aylarda koydu. Ruhun Doysun Instagram hesabına mesaj yoluyla elinizdeki meyve ya da sebzelerin emojisini göndererek saklama, değerlendirme ya da tarif alternatiflerine erişmek mümkün.
Gıdada olduğu kadar modada da israf ediyoruz. Hızlı modanın çevreye verdiği zarar, uyarı ibresinde kırmızı seviyelere ulaşmış durumda. Hal böyleyken moda markaları da üretim metotlarında bu farkındalıkla çevresel adımlar atıyor.
Koton’un Milli Dalışçı Şahika Ercümen ile hazırladığı Suya ve Yaşama Saygı Koleksiyonu’nun hazırlığında çevreci üretim teknikleriyle 1 milyon 873 bin kilogram daha az karbon emisyonu sağlanırken, 160 milyon litre daha az su kullanıldı.
Markaların çevre konusunda harekete geçtiği alanlardan bir diğeri atık konusu. Ev temizliğinin aslarından olma misyonunu şehrin temizliğine doğru genişleten Cif, #temizkengüzel etiketiyle bir kampanya başlattı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle birlikte Kadıköy, Karaköy ve Eminönü sahillerine yerleştirdikleri yüzey atığı toplayan 20 adet Cif Çöpkapar ile 29 ton atık toplandı.
Hijyen kavramının belki de en konuşulamayan konusu menstrüel ürünler. Dünyayı bulduğundan daha güzel bir hale getirmeyi felsefesi hâline getirmiş Beije, alışılagelmiş bir menstrüel ürünler markası olmaktan çok uzak. Regl deneyiminde kimyasal olmayan, doğal ürünlerin kullanımını destekleyen markayı farklı kılan; sadece organik bambu lifinden üretilen pedleri ya da Global Organik Tekstil Standardı (GOTS) sertifikalı organik pamuk kullanılan tamponları değil. Beije farklı bir misyon üstlenerek kadınlıkla ilgili konuşulmayan, tabulaştırılmış konuları kutudan çıkarıyor. Marka, dongu.beije.co platformunda ve sosyal medya sayfalarında uzmanların da katkısıyla merak edilenlere cevap oluyor.
Covid sonrası çağda markaların tüketicileriyle birlikte gelişerek iyi yaşam çıtasını yukarı çekmesi gerekiyor. Peki, sizin için hangi markanın yeri bir başka? Hangisi sizi daha “iyi” bir siz yaptı?