Bir ara Instagram ‘Keşfet’imde döne döne denk geldiğim ve her seferinde beni gülümseten bir Reels vardı, acaba size de denk geldi mi? Gen Z (1997 ile 2012 arası doğanlar) ile Gen X (1965 ile 1980 arası doğanlar) arasındaki kuşak farkını küçük bir oyunla anlatan bir Reel’s’tı bu. İki kuşağın mensupları aralarına birbirlerinden kopya çekmemeleri için bir paravan koyuyorlar. Daha sonra da sıklıkla kullandıkları teknolojileri beden dilleri ile anlatmaları isteniyor. İlk soru otomobilin penceresini açıp kapatmak. X’ler bu hareketi anlatmak için bir kolu tutup çevirir gibi yaparken Z’lerin küçük bir düğmeye dokunur gibi yapması yeterli oluyor. İkinci soru telefonu kapatmak. X’ler ellerini ahizeye benzetirken Z’ler yine bir düğmeye dokunur gibi yaparak konuyu kapatıyor.
İzlerken güldüren ancak bir yandan da düşündüren bir video. Videoyu izlerken aklıma bir anda, arkadaşımın iki yaşındaki kızının, annesine göstermek için tuttuğum Vogue’u eline alıp sayfada bir görseli büyütmek için parmaklarıyla adeta iPad’de bir görseli büyütür gibi çabalaması geldi. Sonra bu minik kız amacına ulaşamayınca derginin “bozuk” olduğuna karar verip sinirlenmiş ve ağlamaya başlamıştı. Böyle anları kaçırmamak çok önemli. İnsanlık başına gelen – bilhassa iyi şeyleri – oldukça hızla özümseyip, alışıyor. İngilizcede bunun için güzel bir deyim var: Part of the furniture. Bir şeyin ayrılmaz parçası, demirbaşı haline gelmek demek ama daha çok, güzel şeyler zaten hep varmış gibi muamele edip, ilk iki saniye sevinip, sonra hakkını vermemek anlamında kullanılıyor.
Hatırlıyorum 1997 senesinde ilk kez evimize bilgisayar alınmış ve internet gelmişti. Ayrıca o sene kız kardeşim de doğmuştu. Onun doğumundan önce eve bilgisayar geldiği için teknolojiye ne kadar meraklı olduğumu bilen babam beni kızdırmak için “Bilgisayarlar çıktığı gibi evine alınanlar mı yoksa bilgisayarlı eve doğanlar mı daha şanslı” diye sorup dururdu. Hangisi daha şanslı diye kafamda sorup durur, cevap veremez sonra da ona ters ters bakar geçerdim. Ancak bilgisayarsız olmak nedir deneyimlediğim için bilgisayar teknolojileri beni her zaman heyecanlandırmaya devam etti. Çünkü bilgisayar olan bir eve doğmak, Google’a bilmediğin soruyu yazıp öğrenmek, hava kararınca ışıkları açmak gibi sıradan bir şeye dönüşüyor. Yani demirbaşa.
Nesiller hakkında Yazı İşleri Müdürümüzle konuşurken bunlar aklımdaydı hep. Hangi teknolojiler kime göre demirbaş? Ve tabii farklı jenerasyonların, farklı teknolojik araçları nasıl ve ne şekilde kullandıkları… Örneğin dünya çapında büyük heyecanla lanse edilen sesli asistan teknolojilerini en çok düşünülenin aksine 1946-64 yılları arasında doğan Baby Boomer’lar kullanmaya başlamıştı. Çünkü ufacık telefon ekranlarına dertlerini yazıp delirmektense telefona dertlerini sesli söylemek onlar için aşırı rahattı. Tüm teknoloji markalarına ters köşe yapan teknoloji kullanımlarından biri de tabletler. Farkındaysanız tablet kullanan bir yetişkin yok. Ya ekranları telefona göre büyük diye Baby Boomer’lar kullanıyor ya da baby’lerin ta kendisi! Öyle ki her restorana gittiğimde “Her bebek arabasına bir tablet” kampanyası olduğunu düşünüyorum.
Bir başka gözlemlemeyi sevdiğim nesiller arası teknoloji farklılığı ise kullanım alışkanlıkları. Boomer’lar zamanında koca koca bir masaüstü set up’u kurup, senelerdir o bilgisayarı döne döne kullanırken; Z’ler giderek en hafif, en ince laptop’ı 2 senede bir yenilemek için birbirleriyle yarışır durumdalar. En son acaba ne zaman masaüstü bilgisayar gördüler sahi? İş sadece seçtikleri aletlerde farklılaşmıyor tabii… En sık kullanılan sosyal medya mecraları da jenerasyonlara göre değişiyor. Örneğin Facebook’ta daha çok dedeler, halalar, teyzeler varken; yeğenler, kuzenler TikTok’ta. Çünkü içeriklerin tüketim hızı ve üretim ritmi, jenerasyonların mecralarla ilişkilerini belirleyen en büyük etmen.
Ama sanılmasın ki her şeyin en ateşlisini, en hızlısını gençler kapıyor. Örneğin fotoğraf makineleri… Aylardır (hatta yıllardır) New York sokakları, ellerinde ucuz Kodak makinesi olan ergenlerle dolu. Kim bu çocuklara film yıkamayı öğretti de bu nostaljiye bulaşmaya karar verdiler bilmiyorum ama gençliklerinde tüm özel günlerinin fotoğraflarını görmek için filmlerin yıkanmasını en az 2-3 hafta bekledikten sonra ulaşabilen ailelerinin elinde hep son model fotoğraf makineleri var. Romantik bir köşe yazarı olsaydım “Teknoloji herkese bir tur nazlı yüzünü göstermeyi seviyor sanırım” derdim ama onun yerine akıllı bir köşe yazarınız var. Gençlerin filmli fotoğraf makinesi kullanmayı tercih etmelerinin tek sebebi, hepsinin cebindeki telefonlarında zaten 48 MP kameraya sahip olmaları. En yüksek kamera teknolojisi zaten onların gerçekliğinin demirbaşı.
O zaman ünlü sorumuza geri dönebiliriz sanki… Bilgisayarı ilk alan evde büyümek mi yoksa bilgisayarlı eve doğmak mı? Siz ne dersiniz?